GÜL KARYALDIZ\'IN KONUŞMASI
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar haftasında bizi bir araya getiren ana duygu cinsiyete dayalı söylemler elbette olmayacaktır.
Çünkü ezenlerin ve ezilenlerin cinsiyeti olmaz.
Biz Atatürk Kültür Dayanışma ve Eğitim Vakfi olarak zalimin güçsüze zulmüne karşıyız.
Yazık ki kadın doğası icabı narindir.
Ben kadınların gözyaşlarına dayanamam.
Televizyonlarda bağıran çağıran kendini parçalayan kadınların değil.
Gururlu kadınların sessiz hüzünlü sitemlerine dayanamam.
Birileri namus adına kahramanlık tasladıklarında , önce kulağıma bir kadının hıçkırık sesi gelir.
Okullarda okutulmayan yine onlardır.
Mahsun kafamın içinde, küçük kızına ayakkabı önlük almamış bir anne ağlayıp durur.
Ekonomi ne zaman kaosa girse kapanan iş yerleri, fabrikada çalışanları
işten atsalar erkeğinden göz yaşlarını gizleyen bir kadın gözümün önüne
gelir.
Üzülürüm…
Hayat yükünü kadınlara farklı koyar.
Ama bazıları hayata dair korkularını kadının üzerinden gidermeye çalışır.
Döverek
Azarlayarak
Aşağılayarak
Öldürerek
Töre cinayetleri, birilerinin yiğitliği dürüstlügü degil ; tersine korkunun ürünüdür.
Zavallı bir kadını, bir anneyi ezerek topluluk içinde küçülttüğünü sanarak egemenliğini sürdürme peşindedir.
Kadınlar duygusaldır.
Sevdiği uğruna ölür, bebek yapar, kullanıldığını bilmeden en kıymetli
şeyini namusunu teslim eder.
Bir sevda uğruna öldüreleceğini sanır. Ama korku sinmis egemen bir
düzendir bu. Delicesine sevdiği adamın da, recmle başını taşla
ezenlerin, halifelerin, alimlerin, fıkıh hocalarının şeriat adı altında
sahte bir dünya kuranların yine erkek olduğunu beklide fark etmez.
Kadınlar evlatlarını koklar, sevgiyi koklar içine çeker.
Kendi ölümünü ve kan kokusunu değil.
Yine kadınlar evlatlarını nasıl doyuracaklarını düşünür.
Onları samimi olarak kimin okşayacagını.
Ve ne tuhaftır ki onu sevdiğini söyleyen de erkektir.
İlk taşı atacak olanda erkek…
Tek suçu sevgiyi dilemektir..!
Kendini öldüren, toprağa gömen, başını taşlarla ezdiren sevgiyi…
O zaman diyoruz ki;
Vuracağınıza kadını
Kurun darağacını
Asın sevgiyi..
Oysa ki Atatürk diyor ki; bırakın bunları kimlikli bir ana, eş ve kadın
modeli istiyor.
\'\'Asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta , başarıdan çok ,
ışıkla ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır\'\'
Kadın önce münevver, faziletli, ahlaklı, ağır ve vakur olmalıdır.
Geriye kalan her şey teferruattır.
Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça öteki yarısı göklere yükselebilsin.
Türk milletine Cumhuriyet\'i armağan eden Atatürk kadınımıza seçme ve seçilme hakkını verdiği gibi onlara;
\"Ey kahraman Türk Kadını sen yerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde
göklere yükselmeye layıksın\" diye seslenirken.
İtalyanlar 1948 de , Japonlar 1950 de, medeni kanunu aldığımız İsviçre
1971 de ancak kadının seçme ve seçilme hakkını elde edebilmişlerdir.
18 Nisan 1935 de dünyanın dört bir yanından milletler arası kadın
delegelere, ünlü nükleer fizikçi Madam Curie\'nin de katıldığı ilk kadın
kongresini yapan Mustafa Kemal Türk kadınının dünya kadınlığına elini
vererek, dünya barışı ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz
diye vurgulamıştır.
Atatürk sosyal toplumumuzun başarısızlığının nedeninin kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir.
Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir
organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum
felçlidir diyor.
Soruyorum sizlere kadının özgür ve başarılı olamadığı yerde
Sulh olur mu? Sulhun olmadığı yerde özgürlük olur mu? Özgürlüğün
olmadığı yerde bayrak olur mu? Bayrağın olmadığı yerde Türkiye olur mu?
Türkiye bir vucutsa bayrak o vucudun kanıdır canıdır.
O bayrak için toprağa düşmüş bir şehit varsa o şehidi de doğuran bir kadın vardır.
Cennet anaların ayakları altındadır inancına sahip olan Akdev
mehmetciklerimizi dünyaya getiren şehit anaları başta olmak üzere tüm
kadınları baş tacı etmistir..
Maalesef kadınlarımız Atatürk\'ün hedefindeki yerde değildir.
Her gün yaşadığımız olaylar ve ekonomik ve siyasal konumları bunun
kanıtıdır.
Gerekçesi ne olursa olsun yurdumuzda her gün ortalama üç kadın öldürülüyor.
Toplumumuzda üretilen kör şiddet giderek artıyor.
Öldürülen kadınlar televizyonlarımızın vazgeçilmez figüranları oluyor.
Her yıl binin üzerinde kadın bu şiddeti görüyor. Katiller genelde
öldürülen kadınların yakınları ya da arkadaşları arasında olan
erkeklerden çıkıyor.
Bu insanlık dışı durumu toplum, devlet ve birey olarak sadece izliyor
olmanın utancını daha fazla yaşamamalıyız.
Akdev olarak bizler din, dil, mezhep ve memleket ayırımı yapmadan tüm
kadınları eşit ve her şeyin en güzeline layık görüyoruz.
Gökten ne çıkar?
Gök ha büyükmüş ha değilmiş,
Sen alnını göster ne kadar yükselebilmiş.
Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir,
Tarihi kendin yazıyorsan, eserindir.
Asrını yaşamak hakkını vermez sana kimse;
Sen asrını üstünde izin varsa benimse;
Aslında kadın, bayrak ve millet motifi etle tırnak gibidir.
O bayrağı biz bebeğimizin beşigine, gelinimizin duvağına, askerimizin boynuna, şehidimizin tabutuna asarız.
O vazgeçilmezimizdir…
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır
diyor Mithat Cemal Kuntay..
Şair Arif Nihat Asya ise
\"Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver! diyerek vatan sevgisini perçinliyor.
Öncelikle anaların bayrağın ve yüce milletimizin gölgesinde
başaramayacağımız, çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur.
Başarı bilek gücünde değil yürek gücündedir.
8 Mart Kadınlar Dünya gününüz kutlu olsun.